Işıl Özgentürk, ‘Türkiş Dekameron’ kitabı Cumhuriyet Gazetesi Söyleşi

 

Işıl Özgentürk, ‘Türkiş Dekameron’ kitabında kendi deyimiyle ilginç ve tuhaf bir ülkenin coğrafyasını çıkarmaya çalışıyor. Özgentürk, “Aile kurumunun yaşayabilmesi için adeta kutsal bir anlaşma var” diyor.

[Haber görseli]

Gazetemiz yazarı Işıl Özgentürk , son kitabı “Türkiş Dekameron” ile okurların karşısında. Dinsel baskı ve muhafazakâr hayatın ikiyüzlülüğünü anlatan Dekameron; İtalyan yazar Giovanni Boccacio’nun 1348 yılında başlayıp 1351 yılında bitirdiği hikâyelerden oluşuyor. Işıl Özgentürk ile AYA Kitap’tan çıkan “Türkiş Dekameron”u konuştuk.

– Boccaccio’nun Dekameron’daki hikâyeleri o günkü toplumu yansıtsa da kurmacadır, sizin hikâyelerinizin büyük çoğunluğu ise gerçek. Neden? Kurmacaya gerek kalmadı mı?

Boccaccio, Dekameron’u 1300 yıllarında yazmış. Benim başucu kitabımdır. Başı az belaya girmemiş, çünkü toplumun ikiyüzlü ahlakını bir sirk gibi yansıtmış. Yirminci yüzyılda dört İtalyan yönetmeni Federico Fellini, Vittorio De Sica ve Luchino Visconti ve Mario Lonicelli birlikte (Boccaccio 70) filmini çekmişler, onların da başı kiliseyle belaya girmiş, ardından komünist yönetmen ve bir cinayete kurban giden Pier Paolo Pasolini (Dekameron Hikâyeleri) adlı uzun film yapmış, onun da başı belaya girmiş. Neden, çünkü yaşamamıza yön vermeye meraklı kurumlar, devlet, din, aile, eğitim gerçeklerin ortaya çıkmasını istemezler. Şimdi bu küçük açıklamadan sonra senin soruna geçelim. Cehennemde yanmamak için yanmayan kefen satın alanların, Mardin’de Marilyn Monroe’nun o meşhur bacaklarını açığa çıkaran beyaz tuvaletiyle oy toplayan kadınların, televizyonda birbirine giren ve en mahrem hallerini anlatan karı kocaların, sokaklarında yüzlerce çocuğun (kız-erkek) kendine müşteri aradığı, grup seks yapıp sonra acayip pişman olan kapıcı ailelerinin, kızlarına zulüm yapan annelerin, maket Kabe’nin etrafında on lira verip dönenlerin, insanları Umre yerine Urfa’ya götürenlerin olduğu şimdi aklıma gelmiyor daha birçok fantastik olayın yaşandığı ülkemizde kurmacaya ne gerek var. Hayatımız kurmaca! Fellini, İtalyan bir porno yıldızının anarşistlerin oylarıyla meclise girmesini şöyle demişti: “Bu benim bile aklıma gelmezdi.” Keşke gelip ülkemizde şöyle bir dolaşsaydı, vallahi film çekmeyi bırakırdı.

– Neden bugün, Türkiş Dekameron masalları yazmak istediniz?

Tam zamanı diye düşündüm. Çok yer gezdim, çok olaya tanık oldum. Bunları biriktirmişim, ülkemin tuhaflığını, ele avuca sığmayan yanlarını, acılarını, baş edilmez mizahını bu hikâyeler aracılığıyla bilen bilmeyen öğrensin istedim. Bir yolculuk gibi, sürekli yepyeni insanlar arabamıza biniyor ve hikâyelerini anlatıyorlar. “Tembihim Sıkıdır” hikâyeleri bunlar. Öte yandan ülkemizi kaplayan bir kara bulut var. Bu bulutu mizahla, şaşırtıcı hikâyelerle usulca aralamak istedim. Yazarken kimi zaman çok eğlendim, kimi zaman gözyaşlarım klavyeye aktı. Böyle bir kitap yazdığım için seviniyorum.

– Aile dediğimiz yapı kimselere anlatılmayan hikâyelerden mi oluşuyor? Aile nedir?

Sonuçta aile, ele avuca gelmeyen insanoğlunu düzene sokmak için oluşturulan bir kurum. Bu kurumun yaşayabilmesi için adeta kutsal bir anlaşma var. Hani kol kırılır yen içinde kalır ya da kızılcık şerbeti içilir ama anlatılmaz. Oysa aile ne kutsaldır ne de muhteşemdir. Tüm kurumlar gibi iyiyi ve kötüyü içinde barındırır. Benim ailelerim hem kötüyü hem iyiyi içinde barındıran aileler. Kimse bu olaylar ya da durumlar Türk ailesinde olmaz demesin. Oluyor arkadaş.

– “Mağdur Erkekler Korosu” hikâyesinde “Benim gönlüm havalandı, artık yerime oturamam” deyip eşini, ailesini terk edenler var. Özellikle geleneksel adetlerin en baskın olduğu yerlerden mi böyle hikâyeler çıkıyor?

“Mağdur Erkekler Korosu”nu okuyanlar, “Yahu yeter artık bu kadar mı?” diyebilirler. Vallahi bu kadar! Kentlerin varoşlarına gittikçe, kutsal ailenin ne olduğunu açık seçik öğreniriz. Gerçi küçük burjuvalar için de farklı değil. Ben öyle hikâyeler biliyorum ki, onları gerçekten yazmaya cesaret edemedim. Erkeklerin en büyük kâbusu sünnet meselesine de şöyle bir dokundum. Oysa ne travmalar var!

[Haber görseli]

‘Pembe AVM’ye gidenleri anlatmak istiyorum’

– Biliyorsunuz, en son açılışını erkeklerin yaptığı muhafazakâr hassasiyetlere sahip kadınlara özel AVM açıldı. Bir nevi pembe AVM gibi… Yorumunuz nedir?

Açılışı gördün mü, onlarca erkek ve gene erkek gibi tek bir kadın kurdele kesiyor. Ne diyeyim hayırlı olsun. Bir gün bu kutsal, pembe AVM’ye gidenleri de anlatmak istiyorum. Onların da şaşırtıcı sırları var. Çünkü bu ülkede yaşıyorlar.

– Muhafazakâr hassasiyetlere sahip kadınlara saygı duyulurken neden özgürlük gibi hassasiyetlerini muhafaza eden kadınlar kötü kadın olur?

Kötü olmak iyidir. En azından ikiyüzlü değiliz. Bu seneki kadın yürüyüşünde sevdiğim bir pankart vardı: “Erkeklik küçülebilen bir şeydir!” Artık bu kadar cesur sloganlara ihtiyaç var. Yeter!

– Toplum tarafından “kutsal”, “dokunulmaz” diye ayrılan değerler, 3 maymunu oynadığımız zaman mı bir değer oluyor?

Elbette. Din, ahlak, vicdan üstüne konuşmamız adeta yasak! Oysa her yerde konuşmamız gerek. Ve en önemlisi bilgi, biz nasıl bir toplumuz, Türkçesi hâlâ kasabalıyız. Şehir ve köy farklıdır ama kasaba her şeyi gizler, arkadan konuşur, acımasızca eleştirir ve ikiyüzlüdür. Şimdi bunu aşıp yepyeni bir şehir ahlakı kurmak gerekir. Bu ahlak hepimize iyi gelecektir.

 

Ceren Çıplak Drıllat, 31 Mayıs 2018, Cumhuriyet Gazetesi

Comments are closed.