Genç Bir Kadının Romanı / 23 Temmuz 2010 / Radikal Gazetesi

Mine’nin yazarı Işık Gürer, okurunu yüz yıl öncesine, geleneklerin buyruğuyla kadınlığın dünyasına acılı bir şekilde adım atan genç bir kızın bir hikayesine çağırmış. Belki, hakkında çok fazla tartışma yapılan ‘edebiyatçı’ unvanının başına ‘kadın’ sıfatının getirilmesi yanlış bir uygulama olarak varsayılabilir ama böylesi bir romanı da ancak bir kadın yazabilirdi dedirtecek düzeyde duyarlı bir kitap, Mine. Dolayısıyla yazarı, ister istemez taraf tutmuş.

Mine, kitabın kahramanı, on altı yaşındayken, topraklarında zeytin yetişen bir köyden neredeyse zorla dedesi olabilecek yaştaki Hafız Efendi ile evlendiriliyor, hem de düğünsüz derneksiz. Aslında, Mine’nin dul annesini kendisi için, Mine’yi de oğlu için görmeye gelen yaşlı adam genç kızın güzelliğini görünce tüm hesapları değiştirip, kendisine göre ayarlar. Denebilirse, atların çektiği gelin arabası, soluğu Eyüp’te küçük bir konakta alır. Mine’nin birlikte yaşamak zorunda olduğu Hafız Efendi’nin, kız kardeşi, iki gelini ve üç yetişkin oğlu bulunmaktadır. Onlarla aynı konakta uyumasa bile, aynı ortamı paylaşma, yani onlarla savaşım vermek durumunda olan genç kızı, yanı başında daima evin en küçük oğlu hukukçu Süleyman’ın desteğini ve aşkını bulur.

Gürer, kitap boyunca kokulardan, kabuslardan, seslerden, hatta tatlardan biçimlendirdiği anlatısında, olaylar yüz yıl önce gerçekleşmiş olsa bile doğum sancısı, ev işleri, mutfak, cinsellik, din, ev içinde dişil entrikaların acımasızlığını, geleneksel kadın belleğinde oldukça başarılı biçimde dolaşmış. Okura bunu hissettiriyor. O günün, köy ve kent yaşamının farklılıklarıyla kadının aynılığını da vurguluyor. Alışıldık bir hikaye olan kitabın temasında ayrıcalıklı olan, yazarın, kadın duyu ve sezgilerinde gezinebildiği kadar, erkeklerin algısını, düşünüş biçimlerini de yoklayabilmesi. Bir aşık olarak Süleyman’ın dörtlükleri, köyde bırakılan sevgilinin askerlik serüvenleri biraz abartılı görünse de, ikisinin de hal ve hareketleri yerli yerinde. Hafız Efendi’den kısa sayılabilecek bir sürede üç çocuğu olan Mine, romanın sonlarına doğru ilginç bir yazgıyı yaşıyor. Romanın bütününe bakıldığında, iyi işlenmiş bir dil ve kurgu bekliyor okuru. Son bölümünde de, anlatıcı olan yazar Mine’nin sesi üzerinden dünyaya iyimser bir gözle bakmış, günümüzü imler gibi ve acılarla çarçabuk demlenen genç bir kadının yalın, güçlü dünyasını kendi kadın penceresinden görebileceği netlikte. Mine, benzer temayı içinde tutan televizyon dizilerinden, popüler romandan uzak, acısıyla birlikte kadının aile ve toplum içinde büyüyen varlığını betimliyor.

 

Comments are closed.